17 Kasım 2009 Salı

Çok AZ okuyoruz!



Türkler ortalama 10 yılda bir kitap okuyor
31.07.2009 ANKA Haber

Bağımsız Eğitimciler Sendikası (BES) Genel Başkanı Gürkan Avcı, Türkiye'de kitap okunmamasının yapısal nedenleri olduğunu belirterek, okul öncesi dönemden üniversite eğitiminin sonrasına kadar kitap okumanın stratejik bir konu olarak ele alınmadığını söyledi.
2009 yılı itibariyle Türkiye'de toplam 45 çocuk kütüphanesi, 14 yazma eser kütüphanesi ve 55 gezici kütüphane olmak üzere toplam 1152 kütüphane olmasına karşılık Almanya'da 10.531, İngiltere'de 4.620, İspanya'da 5.209 kütüphane bulunduğunu söyleyen Avcı, yaptıkları araştırmanın sonuçlarını şöyle açıkladı: "Ülkemizdeki kütüphanelerin 52'si çeşitli nedenlerle kapalı bulunmaktadır. Türkiye'deki kütüphanelerde 13 milyon kitap olmasına karşılık, Bulgaristan'da 46 milyon, Rusya'da 739 milyon, Almanya'daki kütüphanelerde 104 milyon kitap mevcut. Türkiye'de kütüphanelere kayıtlı üye sayısı 493 bin 500 iken, İran'da 7 milyon, Fransa'da 16 milyon, İngiltere'de 35 milyon kütüphane üyesi bulunuyor.
Almanya'da 7 bin 500 kişiye 1 kütüphane düşerken Türkiye'de 68 bin 500 kişiye 1 halk kütüphanesi düşmektedir. Almanya'da halk kütüphanelerinde çalışan kütüphaneci sayısı 8 bin 337, Fransa'da 7 bin 88, İngiltere'de 6 bin 978, İspanya'da 3 bin 794, Türkiye'de sadece 333 kişidir.
Türkiye kitap okuma konusunda çoğu Afrika ülkelerinin gerisinde kalmış durumda. Japonya'da toplumun yüzde 14'ü, Amerika'da yüzde 12'si, İngiltere ve Fransa'da yüzde 21'i düzenli kitap okurken, Türkiye'de yalnızca binde 1 kişi kitap okuyor. Bir Japon yılda ortalama 25, bir İsviçreli yılda ortalama 10, bir Fransız yılda ortalama 7, bir Türk ise 10 yılda ancak 1 kitap okuyor.
http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=126944&KTG_KOD=127

22 Ekim 2009 Perşembe

BEST SUMMER COURSE

Giriş...

Merhabalar...

Brasovdaki yaz kursu biteli biraz uzun zaman oldu. Elimdeki notları bir araya getirmek için anca vakit bulabildim. Uzunca da bir yazı olmuş bütün notları bir araya getirince. Umarım okurken sıkılmazsınız :) Bu yaz Romanya'da unutamayacağım bir etkinliğe katıldım. Şu ana kadar hayatımda yaşadığım en farklı ve güzel günlerdendi diyebilirim.

Bu yaz kursu benim için çok ilginç bir deneyim olacaktı. Bunu hissediyordum. Daha önce Avrupa’nın farklı yerlerinden insanlarla tanışmıştım; fakat 15 gün gibi uzun bir süre birlikte yaşama fırsatı bulamamıştım. Bu durum Romanya’ya gitmeden önce beni biraz heyecanlandırdı. Sadece bunlarla bitmiyor; ilk kez uçağa binecek oluşum, ilk kez Avrupa’ya çıkacak oluşum heyecanımı kat kat arttırdı. İyiki de heyecanlanmışım diyorum; çünkü bu heyecanım beni birsürü şey yapmaya itecekti ve yeni tanışacağım arkadaşlardan öğrenecek çok şey vardı. Tanıştığım insanlar gerçekten çok arkadaş canlısıydı ve hepsi birbirleriyle birşeyler paylaşmaktan keyif alıyorlardı.

Biraz Romanya’dan bahsedecek olursak; ilk izlenim olarak gördüğüm kadarıyla Romanya gelişmekte olan bir ülke ve duyduğum kadarıyla çok hızlı gelişmekte olan bir ülkeymiş. Romanya’ya ilk geldiğimde başkent Bükreş’te yaklaşık 4 saat kadar vakit geçirdim. Bükreş sokakları gerçekten çok temiz görünüyordu. Bükreş’in pek çok yerinde sürekli bir yapılanma var.

1. Gün...
Brosov’a gideceğim günün bir önceki günü sabaha kadar uyuyamadım. Biraz heyecanlıydım. Uykusuz kalmanın çok fazla sorun olmayacağını düşündüm. Çünkü Romanya’ya erkenden varıp biraz uyku uyuma fırsatı bulacağımı düşündüm. Fakat öyle mi oldu? Kesinlikle öyle olmadı. Uykusuz geçen o gece diğer günlerin habercisiydi sanki. Romanyadaki arkadaşlar sağolsunlar biz sıkılmayalım diye o kadar yoğun bir program hazırlamışlar ki, dinlenmek için bile vakit bulmak imkansız. Neyse lafı fazla uzatmadan geçirdiğim yolculuğu anlatmak istiyorum. Buradan yaşadıklarımı anlatarak bitirebileceğimi zannetmiyorum. Sabah erkenden kaltık ve babam annem ve küçük kardeşim Okan’la Atatürk Havalimanına gittik. Havalimanına, Romanya’ya birlikte gideceğimiz İTÜ’de öğrenci olan Memet Can benden önce varmıştı. Memet Can ile havalimanında görüştük. Pasaport kontrolüne girmeden önce ailemle vedalaştım. Annemin gözleri gülüyordu. Onu görebiliyordum. Çünkü oğlu ilk kez onlardan çok fazla uzağa, dilini ve kültürünü bilmediği bir yere gidecekti. Neyse pasaport kontrolünü yaptırdık ve uçağımızın kalkacağı saati beklemeye başladık. Ve zaman geldi çattı. Uçağa binerken biraz heyecanlıydım. Uçak çok büyük ve ihtişamlı görünüyordu. Uçağın içerisi çok büyük ve ihtişamlı görünüyordu. Pilot kalkış için kuleden izin alırken, bir yandan da uçak içerisindeki minik ekranlardan hostesler uçak içerisinde güvenliğimiz için uyulması gereken kuralları sıralıyordu. Uçaklar teker teker havalanmaya başlamıştı ve sonunda sıra bize geldi. Pilot kuleden kalkış iznini aldıktan sonra motorlara öyle bir güç verdi ki, o gücü gerçekten hissedebiliyordunuz. Daha sonra o kadar büyük kütleli araç bir kuş havalandı ve gökyüzünde süzülmeye başladı. Gerçekten uçak hepimizden gazıdı. :)) Güzel şehir İstanbul’u ilk kez bu açıdan kuşbakışı izleme fırsatı bulmuştum. Gerçekten çok güzel bir görüntüydü. Karadenizin o mavi sularının üzerinden uçarak yaklaşık bir saatte Bükreş Ottopeni Havalimanına indir. Uçakla seyahat etmek gerçekten çok keyifliydi; dakay havada yapılan dönüşlerde biraz endişeleniyorsunuz. Çok eğimli dönüşler oluyor, sanki bir an uçağın kanadının yere değeceğini sanıyorsunuz. Ve uçağın iniş anı biraz konforsuz oluyor malesef. İndir falan derken, sorunsuz bir şekilde Romanya’ya giriş yaptık. Memet’le ikimiz tembellil yapıp internetten tren istasyonuna ve Üniversiteye nasıl ulaşacağımıza bakmadığımız için Havalimanında bir süre beklemek zorunda kaldık. Havaalanı çıkışında birer metre aralıklarla sıralanmış olan taksiciler, taksi lazım mı diye sürekli rahatsız ettiler. Beklerken hemen annemi aradık ve meraklanmasınlar diye indiğimi haber verdim. Ne yapacağımızı düşünürken Romanya’da iş adamı olan dayımın bana yardımcı olabileceğini düşündüm ve ona ulaştım. Dayım Hamdi abiyi bizimle ilgilenmesi için yanımıza yolladı. Hamdi abi geldiğinde eğlence başlamıştı. Hamdi abi orjinal ve ince espirileriyle ortalığı gülmekten kırıp geçirdi. Bize biraz romanyadan bahsetti. Buradaki insanların bizim insanlarımıza göre daha “open mind” (yeni fikirlere açık olmak) olduğunu ve bazı konularda dikkatli olmamız konusunda bizi uyardı.

20 Ağustos 2009 Perşembe

BEST SUMMER COURSE AND BEST FRIENDS

Hey everybody,

I've already come back my home. I lived lots of different and best experience. I will share all soon!.. ;)

BeST WisHeS..

18 Temmuz 2009 Cumartesi

BeST WiSHeS =)

Hi there,

I'm going to Brasov in Romania to take part an organization called BEST (Borard of Europian Student of Technology), which is about Material science. This is the first experience that i have been attent in international platform for sharing with lots of people from different culture. :) I hope that it would be just great beginning. When i go to the brasov, i will bring Turkish Rakı, lokum (Turkish delight), Turkish Coffee and so on with me. I'll just explane all the details after come back

Bye for now.

Kisses from Istanbul.. =)

9 Haziran 2009 Salı

Into The Wild.. It is amazing film!..



A friend of mine advised to me that film.. There are lots of object lessons about the life which i've already seen.. I'd rather like some expressions keeped in mind of me about the life.. The musics of the film are all amazing.. I think that you must listen the soundtracks..

Christopher Johnson McCandless (February 12, 1968 – mid-August, 1992) was an American wanderer who adopted the name Alexander Supertramp and hiked into the Alaskan wilderness with little food and equipment, hoping to live a period of solitude. Almost four months later, he died of starvation near Denali National Park and Preserve. Inspired by the details of McCandless's story, author Jon Krakauer wrote a book about his adventures, published in 1996, entitled Into the Wild. In 2007, Sean Penn directed a film of the same title, with Emile Hirsch portraying McCandless.

THE PLOT of THE FILM

Into the Wild recounts the life of Christopher McCandless, a real-life National Consortium for Academics and Sports (NCAS)|student-athlete at Emory University, as told by his sympathetic sister. In response to his parents, whom McCandless perceives as materialistic, manipulative, and domineering, McCandless destroys all of his credit cards and identification documents, donates $24,000 (nearly his entire savings) to Oxfam, and sets out on a off-road|cross-country drive in his well-used but reliable Datsun towards his ultimate goal: to travel alone to Alaska and experience its nature firsthand. Along the way, he abandons his automobile in the course of a flash flood, to hitchhike after burning the remainder of his dwindling cash supply. He acquires a Perception Sundance 12 open-water kayak and goes down the Colorado River, into Mexico, and later returns to America via freight train to Los Angeles. Taking a circuitous route, he encounters many unconventional individuals along the way, such as a group of hippies, a farm owner (Vince Vaughn), and a lonely leather worker (Hal Holbrook) who offers to adopt and be a grandfather to McCandless. McCandless purposefully trudges onward to his final destination, arriving in the wilds of Alaska nearly two years after his initial departure. He starts living in a "Magic Bus", used as a shelter for moose hunters. McCandless finds joy in living off the land and begins to write a journal of his adventures. As the spring thaw arrives and he seeks to return from the wild, McCandless is cut off from civilization by the torrents of a swollen river (one of his few admitted fears is of water). As his food supply of small game dwindles, he resorts to eating indigenous plants. Although he consults a book that he brought along in order to identify edible plants in the wild, he confuses an edible and a poisonous variety, which shuts down his digestive system and causes him to starve to death. In his final hours, he continues to document his demise in a painful and dramatic denouement.